24 Ekim 2007 Çarşamba

KURUYEMİŞLİ YAZMA

Bir akşam kuruyemişçiye gider, kuruyemiş alırsın.
"Ayrı mı olsun, karışık mı?" diye sorar satıcı.
"Karışık" dersin : biraz beyaz leblebi, tuzlu fıstık, badem, Şam fıstığı (kabuklu; kabuksuzu çok pahalı), biraz da fındık - tuzla kavrulmuş.
Satıcı kesekağıdını doldurur, sallar, içindekileri iyice karıştırır.
Evde, kesekağıdını büyücek (yeterli büyüklükte) bir - cam - kaba boşaltır, içkini koyar, çalışma masana oturursun.
Önce leblebileri teker teker ötekilerin arasından seçer, avucunda toplarsın - bir yandan yer, bir yandan içersin (-bir yandan da yazacağını düşünürsün).
Kapta hiç leblebi kalmadığından emin olunca (iyice karıştırırsın kabı, emin olmak için; emin olmalısın),
fıstıklara geçersin, onları da teker teker seçer, toplar, birer birer, kabuklarını kül tablasına ayıklayarak yersin;
onlar bitince (iyice emin ol), bademleri, onların da kabuklarını ayıklayarak (hepsi ayıklanmaz; ayıklanmayanlarını öyle, kabuklu yersin;
sonra Şam fıstıklarını seçer (kabuklarını tırnağınla açarak(kabukları açılmayanları kül tablasına atarsın) - o arada, yazacağını düşünmeye epey uzun aralar verirsin);
en son da, pek sevmediğin fındıkları yersin; zaten yalnız onlar kalmıştır kapta; onları ayıklaman da gerekmez - bu arada içkin de bitmiştir.
Yaşamı anlamaya başlamışsındır.
(-Şimdi ne yazacağını biliyorsun.)
Oruç Aruoba - de ki işte


yaşamdaki her şey, içinde gizli bir ritüel barındırmaz mı? sevdiklerimiz ve hatta sevmediklerimiz, her zaman törensel bir edayla ve içiçe yaşanır, ama çoğu zaman farkedilmez, kıymeti bilinmez. Çerezi karışık olarak alıp, tek tek ayıklayarak yeriz, en sevdiğimizden sevmediğimize doğru... bunu hiç farketmeden yaparız, ne kuruyemişçiye bir garezimiz vardır, ne de kendimize. Belki amaç sadece vakit geçirmek... Ama belki de bu ritüelin her aşamasından keyif almaktır.

Çocukken, taze mısır zamanı, haşlanmış mısır (biz "darı" derdik) satıcısının kapıdan geçmesini heyecanla beklerdik. Mısırcı gelir, anneden para istenir. İtinayla mısırın her tanesi yenir ve işte beklenen an gelir... Mısır koçanındaki su -ki biz onu mısırın sütü zannederdik- anne sütünü emen bebek edasıyla, kendinden geçercesine emilirdi. Şimdi düşününce tüylerim ürperiyor.

Yine aynı dönemlerde, ilkokulun kapısındaki seyyar satıcılardan alış veriş yapmamız şiddetle yasakken. Adını hiç öğrenemediğim, fosfor pembe renkli, sürekli titreyen, tatlı şeylerden alan çocuklara gıpta ile bakardım. Adamın, kağıdın içine koyarak çocuğa verdiği pembemsi şeyi, çocuğun büyük bir özen -ve mücadele ile, yere düşürmeden nasıl ağzına -tıktığını- seyretmeden eve gidemezdim.

Yaşamımız, alışkanlıklarımız ve midemiz arasında geçen, sayısız ritüel yazabiliriz. Tek başına kahve içemeyip de kendine bir kahve partneri arayanlardan tutun da, annem gibi "siz olmadan boğazımdan geçmiyor" diyerek, sokakta aç kalanlara...

Sayısız töreni farketmeden yaşıyoruz hayatta ve hemen hepsinin bir anında, boğazımızdan unutamayacağımız bir lezzet kayıp gidiyor.

3 yorum:

Papatya dedi ki...

Mısır koçanındaki "süt"ü emdiğimiz günlerin anısına...

Kulaklarımda "kaaaynamış darıııııııı"
sözleri yankılandı sanki :)

tata dedi ki...

Sevgili Bahar, cok filozof olmussun görmeyeli, ama iyi geliyor, bazi aliskanliklarin yalniz bana ait olmadigini bilmek, dariciyi, macuncuyu tekrar hatirlamak. Almanya'ya geldigimden beri de hep kenarlarindan kasarlari akan iyice ezilmis bir tost hayal ediyorum!
Sevgiler

gastronot dedi ki...

sevgili ablacığım ve tatacığım,
aynı kültürlerden geliyor olmak ne güzel değil mi? Bazen bir kelime bile, birinizi Girit'ten, diğerinizi Almanya'dan alıp İzmir'e götürebiliyor. Biriniz geçerken beni de alın :)
sevgiler